Kayseri Ekspres Haber
HV
29 NİSAN Pazartesi 06:16
Advert Advert Advert

Murat YILDIZ: 17 AĞUSTOS’TAN 6 ŞUBAT’A; ENKAZ ALTINDA KALAN BİR ÜLKE!..

İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi Kayseri Temsilcisi Murat YILDIZ Basın açıklamasında aynen şunları söyledi:

GÜNCEL
Giriş Tarihi : 17-08-2023 11:24
Murat YILDIZ: 17 AĞUSTOS’TAN 6 ŞUBAT’A; ENKAZ ALTINDA KALAN BİR ÜLKE!..

17 AĞUSTOS’TAN 6 ŞUBAT’A; ENKAZ ALTINDA KALAN BİR ÜLKE!..
Tarihimizin en yıkıcı depremlerinden olan 17 Ağustos Marmara Depreminin üzerinden
24 yıl, 6 Şubat Depremlerinin üzerindense 6 ay geçti. Söz konusu depremlerin,
coğrafyamızın gördüğü en büyük depremlerden olduğuna hiç kuşku yok. Ancak ortaya çıkan
can ve mal kayıplarının nedeni olarak depremlerin büyüklüklerine vurgu yapılması, şimdiye
kadar çoktan alınması gereken önlemleri almayan, bilime ve mühendisliğe kulaklarını tıkayan
anlayışın sığındığı bahaneden öte bir anlam ifade etmemektedir.

17 Ağustostan Sonra Ne Olmuştu, 6 Şubattan Sonra Ne Oldu?
1999 Gölcük Depremi Cumhuriyet tarihinin en büyük depremlerinden biri olarak
kayıtlara geçmiş, 7,4 büyüklüğündeki bu deprem tüm Marmara Bölgesini etkilemiştir. Deprem
20 bin civarında yurttaşımızın canına mal olurken 50 bin civarında yaralanmaya sebep
olmuştur. Bölgede yaklaşık 113 bini yıkık ve ağır hasarlı olmak üzere toplam 365 bin bina
hasar görmüştür. 99 depremlerinin can ve mal kayıplarının yanı sıra ekonomiye de etkisi
büyük olmuş, 2001 ekonomik krizinin önemli sebeplerinden biri olarak kabul edilmiştir.
Asıl olarak Marmara Depremi, ülkemizin depreme bakış açısının değişmesinde bir milat olma
özelliği taşımaktadır. Depremlere karşı hazırlığın toplumsal bir farkındalıkla, mevzuattan
uygulamaya kadar her kademede yeniden yapılanma ve dönüşüm ile mümkün olabileceği
tüm kamuoyunca ortak bir fikre dönüşmüştür.
İnşaatlarda kullanılan malzemelerin kalitelerinin artırılmasına yönelik adımlar, yenilenen
deprem yönetmelikleri ve haritaları, yeni bir yapı denetim mevzuatının varlığı toplumda 2001
sonrası yapılan yapıların daha güvenli olduğuna dair bir kanaat oluşturmuş olsa da durumun
sanıldığı gibi olmadığı, 20 yıllık zaman diliminde hiçbir konuda yeterli hazırlığın yapılmadığı 6
Şubat 2023 Depremleriyle ortaya çıkmıştır.
6 Şubat Kahramanmaraş Depremleri ve 20 Şubat Hatay Depreminin yaratmış olduğu yıkım
ne yazık ki 17 Ağustos Marmara Depreminin birkaç katı büyüklüğündedir. Depremden
etkilenen 11 il ve çevresinde, resmi rakamlara göre 50 binin üzerinde yurttaşımız hayatını
kaybetti, 36 bin civarında bina depremler esnasında yıkıldı, 311 bin bina ise kullanılamaz
hale geldi. Uzmanlar bu depremlerin ekonomik maliyetinin 120-130 milyar dolar civarında
olduğunu tahmin etmektedir.
6 Şubat Depremlerinin hemen ardından haftalar boyunca tüm basın-yayın kuruluşlarında
yapı üretimi ve denetimindeki sorunlar enine boyuna tartışılmış, Odamız konuyla ilgili
yapılması gerekenleri, yıkımın nedenlerini tüm açıklığıyla ortaya koymuştur. Ne var ki
Depremin üzerinden henüz 6 ay geçmesine rağmen konu kamuoyunun, yetkili kurum ve
kuruluşların ve yöneticilerin gündeminden çıkmış, verilen sözler çoktan unutulmuş
görünmektedir.
Depremin üzerinden 6 ay geçmesine rağmen bölgede yıkımı bekleyen ağır hasarlı yapılar
tehlike yaratmaya devam etmekte, kontrolsüz bir şekilde yürütülen enkaz kaldırma işlemleri
çevreye ve insan sağlığına zarar vermekte, imar planlarının oluşturulması süreçleri
aksamakta, barınma ve su gibi en temel gereksinimler bile karşılanamamaktadır.
Deprem bölgesinde bazı geçici barınma alanlarının altyapı çalışmalarının tamamlanamadığı
ve dolayısıyla pek çok konteynerin depolarda bekletildiği, binlerce yurttaşımızın hala
çadırlarda yaşamak zorunda kaldığı, konteyner kentlerde belediye hizmetlerinde ciddi
eksikliklerin yaşandığı ve ulaşım sorununun bu kentler için temel bir mesele haline geldiği
gözlenmektedir.

 

Depremlerden Korunmanın Yolu Riskleri Azaltmaktan Geçmektedir
Var olan yapı stokunun büyük çoğunluğu, deprem yönetmelikleri dikkate alınarak
yapılmamıştır. Yapılar ya mühendislik hizmeti olmadan üretilmiştir ya da yeterli düzeyde
mühendislik hizmeti almamıştır. TBMM’nin İzmir Depremi sonrası kurduğu Araştırma
Komisyonun Temmuz 2021 tarihli raporuna göre Türkiye’de 10 milyon civarında olan yapı
stokunun 6-7 milyon civarında olan kısmı riskli yapı statüsündedir. Bu risk ortadan
kaldırılmadığı veya azaltılmadığı sürece ülkemiz büyük yıkımlarla defalarca yüzleşeceği gibi,
depremler sonrası müdahalelerde de yetersiz kalmaya mahkum olacaktır.
Bugün riskli yapı miktarımız istatistiksel yöntemlerle tahmin edilmektedir. Oysa, Ulusal
Deprem Stratejisi ve Eylem Planına göre 2017 yılına kadar ülkemizdeki yapı stokunun
envanterinin çıkartılıp bunlara müdahale edilmesi gerekmekteydi. Ne yazık ki 2023
Türkiye’sinde yapı envanterin nasıl çıkarılacağının yöntemi bile belirlenmiş durumda değildir.
Yine TBMM’nin Kahramanmaraş merkezli Depremlere ilişkin çıkarmış olduğu Mayıs 2023
tarihli raporundan anlaşıldığı üzere son 11 yıl içerisinde ülke genelinde 238 bin civarında
riskli yapıya “Kentsel Dönüşüm” adı altında müdahale edilerek yenilenmesi sağlanmıştır. Yani
2012 yılından bu yana riskli olduğu düşünülen yapı miktarının sadece %3-4 civarındaki kısmı
yenilenebilmiştir.
Aynı durum çok ciddi bir deprem tehdidi altındaki İstanbul için de geçerlidir. Bir milyon beş
yüz bin civarında yapının olduğu İstanbul’da Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği
Bakanlığının tahminlerine göre 600 bin civarında yapının riskli olduğu belirtilmektedir. Buna
karşılık 81 bin 228 binanın “Kentsel Dönüşüm” kapsamında yıkılıp yenilendiği TBMM’nin
Mayıs 2023 tarihli raporunda ifade edilmektedir. Buna göre İstanbul’daki riskli yapı
dönüşümünün son 11 yıl içeresinde %13-14 civarında kaldığı görülmektedir. Aynı yöntemlerle
devam edilmesi halinde İstanbul’un “güvenli” bir yapılaşmaya kavuşması 80 yıl gibi bir
zamana yayılacaktır! Kaldı ki bu türlü bir dönüşümün sağlıklı bir kentsel dönüşüm projesi
olmadığını aynı rapordaki veriler ortaya koymaktadır. İstanbul’da dönüştürülen 81 bin 228
binadaki 381 bin 214 konut ve 53 bin 942 işyerine karşılık, 702 bin 593 konut ve 64 bin 256 iş
yeri yapıldığı ifade edilmektedir. %85 civarındaki yoğunluk artışı kent üzerinde ulaşım,
altyapı, sosyal olanaklar gibi konularda büyük bir baskı oluşturup yaşanamaz kentler
yaratırken, deprem açısından da yapısal riskleri kentsel risklere dönüştürmektedir. Deprem
risklerinin azaltılması kentsel yoğunluğun azaltılmasıyla doğru orantılıdır. Rant odaklı kentsel
dönüşüm projeleri riskleri azaltmadığı gibi artırmaktadır. Kaldı ki gerçekten acil olarak
dönüştürülmesi gereken binalar/bölgeler rant getirisi olmadığı takdirde kaderine
terkedilmektedir. Rantsal getiriden faydalanmak için son dönemlerde yapılmış ve yapısal risk
taşımayan bazı binaların da kentsel dönüşümden faydalanarak yıkılıp yeniden yapıldığı
bilinen bir gerçektir.
Riskler sadece bunlarla sınırlı değildir. Deniz kıyıları, dolgu alanları, dere yatakları ve çevresi
ciddi bir riskle karşı karşıyadır. Okullar, hastaneler, itfaiye binaları ve diğer kamu binalarının
deprem güvenlikleri belirsizdir. Ulaştırma yapıları, su yapıları, altyapı şebekeleri, su arıtma
tesisleri, doğalgaz, enerji ve haberleşme ağları risk altındadır. Tarihi ve kültürel yapılar büyük
bir risk altındadır. Kentlerimizdeki benzin istasyonları, yanıcı, zehirleyici ve kirletici
maddelerin işlendiği, depolandığı ve dağıtıldığı yerlerde ciddi bir risk vardır. Bu tür aktiviteler
çoğu kez iskân alanlarıyla iç içedir.

Yeni Riskli Yapı Oluşmaması için Yapı Denetim Sisteminin Değişmesi Gerekir
6 Şubat depremleri açık bir şekilde göstermiştir ki yapı denetim hizmeti en temelde bir
kamu görevi olarak ele alınmalı, serbest piyasa koşullarına terk edilmemelidir.
Çünkü bir yapı, mülkiyeti ister devlette, ister gerçek kişilerde, isterse özel kuruluşlarda olsun
doğrudan toplumun güvenliğini, tarihini, kültürünü, konforunu, ekonomisini ve çevresini
etkileyen/ilgilendiren bir varlıktır. Bu özelliklerinden dolayı yapılar kamusal varlıklardır.
2001 yılında çıkarılan 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun özel Yapı Denetim
Kuruluşları ve Laboratuvarları ile denetimin daha sağlıklı yapılabileceği varsayılsa da bu
sistem ile denetim hizmetinin kamusal niteliği yok sayılmış ve denetim hizmeti
ticarileştirilmiştir. Mevcut sistemin asli unsurları olan yapı denetim kuruluşları doğası gereği
kâr amaçlı ticari kuruluşlardır ve devlet bu kuruluşlar üzerinde etkin bir denetim mekanizması
kuramamıştır.
Üstelik 2019 yılına kadar müteahhitlerin kendi denetim şirketlerini belirlediği bir sistem
yürürlükte olmuş ve 18 yıl boyunca müteahhitlerin kendi denetçilerini seçmesiyle yapı
denetimi işleri yürümüştür. 2019’dan sonra müteahhidin kendisinin denetçiyi belirleme
sisteminden çıkılarak havuz sistemine geçilmesi de sorunları çözmeye yetmemiştir.
Teknik kadrolar nitelikleri ve yapabilirlikleri sorgulanmaksızın yapı denetimi sisteminde görev
üstlenebilmektedir. Oysa, denetim hizmetlerini yapanlar, yapılan işin önemi gereği bilgi,
deneyim ve uzmanlık sahibi olmak durumundadır. Ancak sistem bu tür elemanların görev
yapabilmesine olanak sağlamamaktadır. Bununla birlikte yapı denetim kuruluşlarında çalışan
mühendisler bir maliyet kalemi olarak görülmekte, nitelikli işgücünden kaçınılmakta, hatta
hizmet almadan teknik elemanların imzalarını kullanma yoluna gidilmektedir.
Mevcut Yapı Denetim Yasası’nın öngördüğü, ticari yanı ağır basan yapı denetim şirketi
modeli yerine; uzmanlık ve etik değerlere sahip yapı denetçilerinin etkinliğine dayalı, meslek
odalarının sürece etkin katılımını sağlayacak yeni model hayata geçirilmelidir. Proje denetimi
ve yapı denetimi birbirinden ayrılmalı, proje denetimi doğrudan kamu eliyle yapılmalı, Yapı
Denetim Kuruluşları doğrudan kamuya karşı sorumlu olmalı ve onun denetiminde
çalışmalıdır.
Yapıların İnşa Aşamasındaki Mühendislik Hizmetleri Hayati Önemdedir
Deprem ve diğer afetlerin yapılarda yaratmış olduğu hasarların çok büyük bir kısmının
imalat kusurlarından kaynaklandığı bilinmesine rağmen inşa sürecinin temel aktörü olan
şantiye şefliğine gerekli önem verilmemektedir. Uygulamada şantiye şefliği hizmeti sadece
resmi prosedürleri tamamlamak amacıyla kağıt üzerinde kalmaktadır. Dolayısıyla Şantiye
Şefliği formalite olmaktan çıkarılmalı, her şantiyede tam zamanlı olmak üzere bilgili ve işin
gerektirdiği deneyime sahip mühendisler vasıtasıyla yapılması sağlanmalıdır.

Yetkin Mühendislik Şarttır

Bugün ne yazık ki, ülkemizde bir işi yapabilme yeterliliğine haiz olmanın ölçütü,
diploma sahibi olmaktan geçmektedir. Diploma, mühendis ya da mimarın o konuda eğitim
almış kişi olduğunu göstermenin yanı sıra o alandaki işi yetkinlikle yapabilmenin de
göstergesi sayılmaktadır.  Oysa diplomanın belgelediği eğitim her koşulda çok önemli ve
gerekli ise de bir işi gerektiği gibi yapabilmenin ölçütü olarak alınamaz. Bunun, öğretici,

geliştirici, olgunlaştırıcı ve nitelikli bir uygulama deneyimi ile tamamlanması, bir başka
deyişle, mühendisin düzeyli bir uygulamanın içinde pişmesi gerekmektedir.
İnşaat mühendisliği çok geniş bir mühendislik dalı olma niteliğinin yanı sıra uygulaması ile de
tecrübenin büyük öneme sahip olduğu bir meslek alanıdır. Dört yıllık bir mühendislik lisans
eğitimini tamamlamak, mühendislik yetki ve sorumluluklarını kullanmak için yeterli değildir.
Bu sebeple, inşaat mühendisliğinin ilgi alanına giren konularda halkın güvenli yaşam
hakkının korunması ve yatırımların ekonomik sınırlar içerisinde kalması amacıyla “Yetkin
Mühendislik” sisteminin hayata geçebilmesi için yasal düzenlemelerin yapılması
gerekmektedir. Dolayısıyla 1938 yılından bugüne değiştirilmemiş olan 3458 sayılı
Mühendislik ve Mimarlık Kanunu değiştirilmeli Meslek Odalarının kendi meslektaşlarını
yetkinliklerine göre belgelendirme ve yetkilendirme hakkı getirilmelidir. Çünkü tüm dünyada
olduğu gibi meslek içi eğitim, mesleki bilgiyi-deneyimi ölçme ve değerlendirme, mesleki
faaliyetlerin ve meslek etiğinin takibi gibi süreçler ancak Meslek Kuruluşları aracılığı ile
yapılabilir ve sürekliliği sağlanabilir.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, gerek kamu kurumlarının, gerekse kamusal
alanların ihtiyaç duyduğu nitelikli mühendislik hizmetlerini tanımlarken Meslek Odalarının
belgelendirme sistemlerini baz almalıdır. İmar Kanunu, Yapı Denetim Kanunu, Afetlerle ilgili
Kanunlar, İhale Kanunu gibi yapılaşmayı belirleyen pek çok kanun ve bağlı yönetmelik,
şartname ve tebliğlerinde tarif edilmeye çalışılan mühendislik hizmetleri Meslek Odalarının
vereceği belgeler ile tanımlanmalıdır.
Sonuç
1- Özellikle son 20 yıl içerisinde başta depremler olmak üzere tüm afetlere yönelik
politikaların ve atılması gereken adımların tüm boyutlarıyla neler olması gerektiği
konularında, başta kamu kurumları ve karar organları olmak üzere hemen her kurum
tarafından raporlar, planlar hazırlanmış ve kararlar üretilmiştir. Ancak son depremler
sonuçları itibarıyla göstermektedir ki, alınan kararlar ve yapılan çalışmalar büyük oranda
palyatif kalmış durumdadır. Dolayısıyla öncelikle sağlam, kararlı ve istikrarlı bir siyasi irade ile
kamunun ihtiyaç ve menfaatlarını gözeten, meselelere bütüncül ve bilimsel bakabilen politik
bir anlayışa ihtiyaç vardır.  
2- Afetlere hazırlık çalışmaları kaynak ve zaman gerektiren uzun soluklu çalışmalardır. Yani
siyasi kadroların ihtiyaç duyduğu ve kendi dönemlerinde yapıp bitirebilecekleri gösterişli
yapılar/faaliyetler olma özelliğine sahip değildir. Dolayısıyla gerek merkezi, gerekse yerel
yöneticilerin esnetip gevşetemeyeceği yasal düzenlemeler yapılmalı, kaynakların doğru ve
yerinde kullanımı için önlemler alınmalı, aksine davranışların hukuki ve cezai yaptırımları
olmalıdır.
3- Rant odaklı imar düzeni ile yapılaşmada kuralsızlığın ve cezasızlığın hakim olması kaçak
yapılaşmanın önünü açmakta bunun sonucunda da imar afları zorunlu hale gelmektedir.
Unutulmamalıdır ki, yozlaşma kültürü büyükten başlayıp küçüğe doğru yayılmaktadır.
Sermaye gruplarının, “güçlü” kesimlerin inşaatlarına göz yumup tam tersine özel
düzenlemelerle hukukileştirmeye çalışılmak toplumun geneline emsal teşkil etmektedir.
İmarda kural kuraldır. Merkezi ya da yerel siyasi/iktisadi aktörlerin çıkarlarına göre
delinmemelidir.
4- İmar planları doğayı ve toplumsal yaşamı etkileyen, şekillendiren bütüncül planlardır. Afet
risk haritaları, mikro bölgeleme çalışmaları, büyüme projeksiyonları, ulaşım ve altyapı planları
gibi alt çalışmalar, bilimsel ve teknik içerikli, çok yönlü, çok bileşenli çalışmalardır. Bu
kriterlere göre hazırlanmayan veya özel uygulamalarla sürekli delinen/değiştirilen planlar,
sağlıklı yapılaşmanın önceli olan sağlıklı kentleşmeyi olumsuz etkilemektedir. İmar

planlarının sağlıklı bir şekilde oluşturulması ve sürdürülmesi nitelikli katılımcılıkla
mümkündür.
 İster yeni alanlar üzerinde yapılan çalışmalar, ister mevcut planlar üzerindeki tadilatlar
olsun her türlü imar çalışması şeffaf, katılımcı ve tekniğine uygun olmak zorundadır.
 Tarımsal ve riskli alanların yapılaşmaya açılması sınırlandırılmalı, sorunlu, zayıf
zeminlerde yüksek katlı konut ve benzeri yapılar için yapı izni verilmemelidir. İstisnai
durumlarda kural ve kriterler titizlikle belirlenmeli ve denetlenmelidir.
 Özellikle çok katlı konut yapılarında yapısal düzensizlik yaratan uygulamalara son
verilmelidir.
5- Sağlıklı yapılaşma, nitelikli bilimsel/teknik kurallar, nitelikli eğitim, nitelikli mesleki hizmetler,
nitelikli müteahhitlik ve nitelikli kamusal denetim ile mümkündür.

 

AdminAdmin

YORUMLAR